A Plague Tale: Innocence – İnceleme
Asobo Stüdios ekibini uzun zamandır birçok oyunun altında olan imzasıyla ve büyük şirketlerle olan ortaklıklarıyla duyduk. Microsoft Fly Simulator, The Crew 1/2 ve pek çok Pixar yapımı oyununun yanı sıra farklı projeleri de bulunuyor. Yaklaşık olarak 20 yıldır faaliyet halindeler ve bugün elimizde Asobo Stüdio’nun geliştiriciliğini üstlendiği, Focus Entertainment’in ise dağıtım kısmında olduğu 2019 yapımı A Plague Tale: Innocence var. Çıkış yapmasının üzerinden epey uzun bir süre geçti, hatta serinin devam oyunu çıkmak üzere. Neyse ki kısa bir hatırlatma özelliği de taşıyacak olan A Plague Tale: Innocence incelemesi huzurlarınızda.
Not: Korkmanıza gerek yok, paragraflarda spoiler bulunmamakta!
BİR VEBA MASALI
A Plague Tale isminden anlaşılacağı üzere bizlere bir veba masalını aktarıyor. 14. yüzyılın ortalarında karşımıza çıkan, nüfusun yarısını yok eden ve etkileri her bakımdan yüzyıllar boyunca hissedilen kara vebanın tam olarak ortaya çıktığı dönemdeyiz. Yıl 1348, Fransa ve İngiltere bizlerin yüzyıl savaşları olarak bildiği uzun soluklu mücadelenin ortasında. Hikayemiz ise soylu De Rune ailesinin çocukları olan Amicia De Rune ve Hugo De Rune etrafında dallanıp budaklanıyor.
Kara vebanın getirisi olan felaketlerden uzak ve izole bir yaşam süren De Rune ailesinin çok daha farklı sorunları vardır. Ailemizin küçük üyesi Hugo gizemli bir hastalığa sahiptir ve simya yetenekleriyle kendisini tedavi etmeye çalışan annemiz Beatrice harici evin dışını göremez, neredeyse hiç kimseyle iletişime geçirilmez. Babamız ise siyasi ve bürokratik işlerinden dolayı yeterli vakti bulamadığından ailesine, özellikle ana karakterimiz Amicia’ya uzak kalır. İşte tam olarak böyle bir çevrede De Rune ailesinin minik ferdi Hugo bilinmeyen hastalığı sebebiyle Engizisyon tarafından alınmak ister. Ailemiz ve malikanedeki herkes bir güzel engizisyonun kılıcından geçirilir ve farkına varamadan pek tanıma şansı bulamadığımız kardeşimiz Hugo ile o uzun soluklu ve dramatik maceramız başlar.
Yolculuk demişken A Plague Tale Innocence’yi o bildiğimiz yolculuk hikayelerinden biri sanmayın. Tahmin edeceğiniz üzere büyük küçüğü, abla kardeşi koruyor ancak ikisi de yaşananlardan bihaber diyebiliriz. Arada geçen diyaloglar ve iki tarafında çoğu zaman ağzından çıkan “bilmiyorum, hiç bir fikrim yok” lafları aslında ikisinin birbirinden pek bir farkı olmadığını gözler önüne seriyor. Çoğu zaman Hugo ve Amicia arasında geçen diyaloglar ise The Last of Us, Uncharted ve türevi yapımların kalitesinde. Yolculuk boyunca muhabbeti dinlemek epey zevkli. Sıkmıyor, deneyimi çok daha iyi bir hale getiriyor.
Yukarıda aileyle olan bağların ne durumda olduğundan bahsetmiştim. Bu durum diyaloglara ve karşıtlıklara da sebep olmuş. Hugo biraz daha ana kuzusu, ebeveyninin dibinde ve gözetiminde büyürken Amicia ise ailesinin sıcaklığını ve yakınlığını yeteri kadar görememiş. Hugo, anneleri Beatrice’dan bahsederken ablasındaki o boşluğu görüyoruz.
SAVAŞTA MASUMLAR ÖLÜR
Hikaye içerisinde engizisyondan kaçışımızın ele alındığından bahsetmiştim. Böyle bir macerada ise çoğumuz elimizde kılıcıdır kalkanıdır düzgün birkaç alet bekler fakat öyle dişe dokunur bir silahımız dahi yok. Çantamızda yalnızca bir sapan ve çoğunlukla mühimmat olarak kullanılmak üzere duran kimyasal maddeler var. Yine de siz benim böyle hafife aldığıma bakmayın, yer yer çok güçlü etkileri de bulunuyor. Hatta eğer düşman tiplerinden en basit ve en yaygın olan zırhsız birliklere karşı bir mücadele içerisindeyseniz rahatlıkla sapanınız düşmanlarınızı teker teker yere yığabiliyor. Siz onlardan değil onlar sizden korksun!
Veba dedik, salgın dedik fark etmişsinizdir ama tek düşmanımız elbette engizisyon değil. Böyle bir ortamda insanlardan ziyade fareler çokça karşımıza çıkıyor. Öyle birkaç taneyle de sınırlı değiller, yüzlercesi hatta ve hatta binlercesi akın akın bizden bir parça et koparmak için yanıp tutuştuğundan engizisyon yanında bir diğer düşman grubumuz olup çıkıyorlar. Sayıca bol olan fareler çoğu yerde çözdüğümüz bulmacalara, yeteneklerimize ve oynanışın en heyecanlı kısımlarını oluşturmuş olan kaçış sahnelerine dahil olmuşlar.
Kimyasallar ise bir nevi yetenek yerine geçiyor. Hikayede ilerledikçe açılıyorlar ve oynanışın çok büyük oranda şekillenmesine sebep oluyorlar. Bu noktada çok iyi bir iş çıkartıldığını içtenlikle söyleyebilirim. Özellikle yapımcının tüm yetenekleri bir anda üstümüze atıp kenara çekilmek yerine her bir mekaniğin doyuruculuğa ulaşmasını beklemesi ve tatmin hissinin bittiği noktada yeni bir özellikle karşınıza çıkıvermesi oynanışı tatlandırmış. Sayıca yetenekler beklediğimden fazlaydı. En fazla 3 tane beklerken 6 hatta 7 tane yeteneği istediğim gibi kullanmak epey bolluk oldu. Ayrıca Luminosa yeteneği ile fareleri yok eden güçlü bir ışık kaynağı oluşturmaktan tutun Odoris ile fareleri belirli bir noktaya yönlendirme falan derken içimde yapmayı istediğim her türlü fantaziyi gerçekleştirdim. Düşmanlarımı istediğim yetenekle etkisiz hale getirmek epey zevkliydi.
Ayrıca bu konuda pek anlamı olmayan fakat gözüme çarptığı için söylemek istediğim şey isimler. Yetenekleri ve birçok ismi pek çok dilden almışlar. Gördüğüm kadarıyla İtalyanca, Latince, İngilizce ve Fransızca olmak üzere 4 farklı dilden isimler var.
BİR SUİKASTÇİ MİSALİ
Bir Agent 47 değiliz ancak bölüm dizaynları ve genel manada oyunun yapısı bize gizlilik üzerinden gitmemizi tavsiye ediyor. Tabi isterseniz vurduğunuzu indirecek şekilde, agresif stilde oynamayı tercih edebilirsiniz ancak bu durumda craft sisteminde yükseltme yapmak için kullanacağınız eşyalar daha çok yeteneklerinizin kullanımına gideceğinden ekipman anlamında gelişememiş bir Amicia ile yolculuğunuzu sürdürürsünüz. Peki ekipman tarafında gelişememiş bir karakter fark yaratıyor mu diye soracak olursanız, aslında yaratmıyor gibi.
Bu arada gizlilikle gidemem, edemem, yapamam gibi bir düşünce hiç bir zaman olmasın. Gerek yapay zekanın basitliğinden gerekse de bölüm dizaynlarının bir suikastçıyı kontrol edecekmişçesine hazırlanmasından mütevellit alnınızdan iki damla ter atmadan bölümleri tereyağından kıl çeker gibi geçiyorsunuz. Başarısız olduğumuz durumda panik yapmaya hiç gerek yok. Düşmanlardan kaçınırken yavaş yavaş kafalarına taşları indirin, tepkisiz ve zayıflar ne de olsa.
Craft sisteminde (başlangıç için konuşuyorum) eşyaların yükseltmesi ise genellikle her bölümde en azından bir kere karşımıza çıkan ve çevreyi keşfederken beliriveren atölyeler aracılığıyla gerçekleşiyor. Başlangıç için tüm geliştirmeleri yalnızca bu noktada yapabiliyorken saatler geçtikçe ve yine belirli geliştirmelerle bu masaları kullanmak zorunda kalmıyoruz. İçeriği ise sapanımızın kapasitesini, gücünü ve birkaç tane daha değişikliği içeren basit güçlendirmeden ibaret, benden söylemesi fazla bir şey beklemeyin. Tabi lineer (düz, doğrudan, sapmayan) ilerleyen oyunumuzun sonlarına doğru öğrendiğimiz yetenekler için birkaç sürpriz de mevcut. Onlar da bildiğimiz gibi, ilginç bir yanı yok.
FOTOĞRAF MODU
Fotoğraf modu, her ne kadar detaylı ayarlara sahip olmasa da, A Plague Tale deneyimine hamburgerin yanındaki patates gibi mükemmel bir katkı sağlamış. Orta çağın o zaman zaman kasvetli zaman zaman renkli havası iyi bir biçimde resmedilmişken fotoğraf modu olmasaymış, hazımsızlık duygusunu sizlerde benim gibi dibine kadar hissederdiniz. Ancak belirtmekte yarar var; ayarlar pek detaylı değil, renk paletini ve karakterlerin görünür olup olmayacağını dahi seçemiyoruz lakin dediğim gibi hiç yoktan iyidir. Şu haliyle bile uzun saatler Fransa’nın zaman zaman güzel zaman zaman kasvetli atmosferini çekmekle meşgul oldum.
Sözlerime ve incelemeye noktayı koyarken sizlere klasikleşmiş bir cümleyi bırakmak istiyorum;