Antik Medeniyetler Ve Onların Kaybolan Tanrıları
Antik Anadolu, Yunanistan ve Mezopotamya’da görülen “kaybolan tanrı” inanışına bir göz atalım.
Antik dönem inanç sistemleri içerisinde “tanrının kaybolması, küsmesi” gibi dinamikler olduğunu eldeki kaynaklardan öğreniyoruz. Antik dönemlerdeki medeniyetlerin bu sisteme nasıl inandıklarına, Yrd. Doç. Dr. Meltem Doğan Alprarslan’ın derlemelerinde verdiği bilgilere göz atarak, bakalım.
Hitit mitolojisi içerisinde Hatti kökenli olan Kaybolan Tanrı Mitolojisi, oldukça sevilen bir motif içeriyor olmalıdır ki; kaybolan tanrı rolünü üstlenen birden fazla tanrı vardır. Bu tanrılar zaman zaman bir kimseye ya da bazı olaylara kızar ve ortadan yok olurlardı. Tabi giderken beraberlerinde bereketi ve bolluğu da götürürlerdi. Doğanın verimden düşmesi anlamına gelen bu durum karşısında çaresiz kalan insanlar kaybolan tanrılarının bulunması, dolayısıyla doğanın eski gücüne kavuşması için bir dizi ritüel gerçekleştirir, tanrıyı geri getirmeye çalışırdı. Kaybolan tanrı mitlerinden en iyi bilineni Tanrı Telipinu’nun kayboluşudur.
“Pencereleri sis doldurdu, evi duman doldurdu… Koyun kuzusunu, inek buzağısını istemedi, arpa ve buğday yetişmez oldu… Dağlar, ağaçlar, çiçekler kurudu… Büyük Güneş Tanrısı bir ziyafet verip bin tanrıyı davet etti. Onlar yediler, içtiler ama doymadılar… Fırtına Tanrısı’nın babası, tanrılara, oğlunun öfkelendiğini ve gittiğini, beraberinde bolluğu ve bereketi götürdüğünü söyledi. Bunun üzerine onu aramaya başladılar ama bulamadılar. Onu bulması için hızlı kartalı gönderdiler, ancak o da bulamadı… Ana Tanrıça, kaybolan Fırtına Tanrısı’nı bulması için arıyı görevlendirdi. Arı, kayıp tanrıyı bir ormanda uyurken bulur, onu sokarak uyandırır. Bu sefer daha çok sinirlenen Fırtına Tanrısı, etrafı kasıp kavurmaya başlar, ülke daha da zor duruma düşer. Ne yapacaklarını şaşıran tanrılar sonunda büyüye başvururlar ve Fırtına Tanrısı’nı sakinleştirirler. Tanrı evine döner ve ülkesi ile tekrar ilgilenir, pencerelerden sis kalkar, ocakta ateş yanar, anne çocuğuna, koyun kuzusuna kavuşur…”
Hititlere ek olarak hocamız Mezopotamya ve Yunan’dan da örnekler aktarıyor.
Benzer bir anlatım Mezopotamya ve Eski Yunan mitlerinde de vardır. Mezopotamya’da Çoban Tanrı Dumuzi ve Eski Yunan’da Yeryüzü Tanrıçası Demeter’in kızı Persephone’nun yılın altı ayını yeraltı ülkesinde geçirmeleri ve yeryüzüne gelişleri ile doğanın canlanması, yani ilkbaharın başlaması ile mevsimsel döngüye mitsel, simgesel bir anlam kazandırmıştır.
Ancak Hititler’de bu simgesel anlatım ile açıklanmak istenen; kışın kaybolan bereketin ilkbaharda geri gelmesinden ziyade, zaman zaman yaşanan doğal olumsuzluklar, kıtlık dönemleri ile doğanın insanlara küsmesi ve bu sorunların ortadan kalkması ile yeniden berekete kavuşulmasıdır. Çünkü Hititler’in pragmatik bir yapıya sahip olmalarına, somut düşündüklerine, günlük yaşamın sınırlarını zorlayan konularla fazlaca ilgilenmemelerine bir örnektir.
Bir diğer “Kaybolan Tanrı” örneği:
“Taht Tanrıçası kartalı çağırır ve ona gönderdiği yeşil ormanda kimin oturduğunu ve ne yaptıklarını sorar. Kartal, ormanda Yeraltı Tanrıçaları’nın oturduğunu ve bir ip tuttuklarını ve kralın yıllarını eğirdiklerini söyler.” Bu anlatı aklımıza Eski Yunan mitlerindeki Kader Tanrıçaları Moiralar’ı getirir. Mitolojiye göre üç Moira her insanın ipliğini büker dururlar ve günün birinde keserler, o anda insan ölür.