Twelve Minutes – İnceleme
Usta seslendirmen kadrosu, hayallerinin peşinden gitmiş ünlü bir yönetmen, yıllar süren geliştirme süreci, ilgi çekici ve riskli bir konu.
Gelin birlikte Luís António’nun hayallerini süsleyen Macera oyunu Twelve Minutes hakkında uzun uzun konuşalım.
Zaman döngüsünde sıkışmak, belirli bir zaman diliminin dışına çıkamamak ya da her öldüğümüzde hikayenin başına dönmek epey uzun zamandır sinema salonlarında rastladığımız; fakat nedendir bilinmez, bir türlü oyun tarafına uyarlanamamış bir tarzdı. Twelve Minutes için oyun alanında türünün ilk örneğidir diyebiliriz. (Evet, bu cümleden sonra: “Life Is Strange” ve “Stanley Parable” diye haykırdığınızı duyar gibiyim; ancak onları neden bu kategoride değerlendirmediğimden birazdan bahsedeceğim).
Sinemada bu tarz, 90’lı yıllarda: 12:01 (1993), 12 Monkeys (1995), Groundhog Day (1993), Christmas Every Day (1996); 2000’li yıllarda ise Triangle (2009), Déjà Vu (2006), Happy Death Day (2016) gibi örneklerle karşımıza çıktı.
Yukarıda adı geçen tüm filmlere rağmen, oyun tarafında ise Twelve Minutes’e kadar zaman döngüsünü tam anlamıyla kullanabilen herhangi bir yapım bulunmuyordu. Life is Strange ve The Stanley Parable her ne kadar büyük bir çoğunluk tarafından zaman döngüsüne yakın olarak gösteriliyor olsa da, bu yakınlığın benzerliğin ötesine geçmesi imkansızdı.
Aslında bu yakınlığın yalnızca benim için benzerliğin ötesine geçemeyeceğini söylemekte yarar var; çünkü benim için zamansal nedensellik döngüsü kavramına tam anlamıyla uyan tek oyun Twelve Minutes. Herkes tarafından da fark edileceği üzere Life Is Strange’de aynı olayları tekrar tekrar deneyimlemiyoruz. Zamanı geriye aldığımız süreç boyunca (Twelve Minutes’ın aksine) eşyaların yerini değiştiriyor; bu şekilde de bazı bölümleri geçebiliyoruz. İşte bu küçük farklılıklar sebebiyle ikisinin birbirine benzer olduğunu düşünüyorum.
ÜNLÜ İSİMLER SİLSİLESİ VE YAPIM SÜRECİ
Twelve Minutes için Luís António’nun en büyük hayali demek hiç yanlış olmaz. Hatta bu oyun, onun tek büyük hayaliydi bile diyebiliriz. Luís’in Rockstar ve Ubisoft gibi büyük şirketlerle çalışmayı bırakıp kendi oyununu geliştirmek, kendi stüdyosunu kurmak istemesi gibi hayalleri olmasaydı, şu anda Twelve Minutes karşımızda duruyor olur muydu, bilinmez.
Luis ilk olarak 24 saat süren ve küçük bir mahallede geçen bir oyun planlamıştı. Bu fikir Twelve Minutes’ın tohumlarının atılmasını sağladı. Zamanla mahalle, yerini küçük bir daireye bıraktı. 24 saat olarak tasarlanan süreç ise 12 dakikalık, daha kısa bir zaman dilimine evrildi. Bu önemli değişikliklerin ardından yapımın en uzun ve en önemli kısmı olan tasarıma geçildi. Yoluna tek başına başlamış olan Luis, tasarım sürecinin başlamasından sonra Twelve Minutes’ın gelecekte yayıncılığını da üstlenecek olan Annapurna Interactive’den destek aldı. Böylelikle tek başına çalışmayı bırakıp, 5 kişilik yeni bir ekip oluşturdu.
Tasarım boyunca ünlü yönetmen Stanley Kubrick, her zaman Luis ve ekibinin ilham aldığı kişi oldu. Ekip tüm bu esinlenme boyunca oyunun tasarımındaki katkısı sebebiyle Kubrick’i, The Shining filminden bildiğimiz Overlook Hotel’deki halı desenini apartmandaki zemine entegre ederek onurlandırdı.
Ayrıca oyunun kapak görsellerinden biri Alfred Hitchcock, Stanley Kubrick, David Fincher’in oyuna etkisini göstermek için özel olarak hazırlandı.
POLİS!
Twelve Minutes, yapısı gereği bize derinlikli bir hikaye anlatamıyor; fakat döngülerin bir anlamının olduğunu ve neden bunu yapıyorum diye sorgulamadığımız bir sunumu içeriyor.
Koca bir gün çalışmanın verdiği yorgunlukla eve gelen karakterimiz, eşinin yaptığı sürpriz sonucu güzel bir akşam geçirirken, kapıyı polis olduğunu iddia eden biri çalıyor. Kapıyı açmamız sonucu eve giren şahıs, karakterimizi ve eşini zorla alıkoyuyor. Ellerimizi bağlamasının ardından, eşimizin yıllar önce kaybettiği babasından kalan saatin yerini öğrenmek istiyor. Saatten haberi olmayan karakterimiz ise boğularak ölüyor ve tekrar evin kapısından girip aynı akşama başlıyor.
O an itibarıyla bir zaman döngüsünde sıkışıp kaldığımızı anlıyoruz ve polis gelmeden önce bir şeyler yapmak için sadece 10 dakikamız var.
KAN GÖRÜYORUM, VAHŞET GÖRÜYORUM, BİRBİRİNİN AYNISI DÖNGÜLER GÖRÜYORUM
Şimdi Twelve Minutes’ın en can alıcı noktasına gelelim. Twelve Minutes temelde üstten bakışlı bir point & click oyunu. Karakterimiz de bir zaman döngüsünün içerisinde sıkışmış halde ve 12 dakikalık bir zaman dilimini tekrar tekrar yaşamak zorunda kalıyor. Her döngü içerisinde karakterimizle birlikte yeni eşyalar keşfediyoruz. Bu döngülerde yeni diyaloglar açıyor ve evimize giren polisin amacını anlıyoruz. Döngüyü tekrar tekrar oynayarak bir sonraki hamlede ne yapmamız gerektiğini öğreniyor; kişisel kararlarımıza göre oyunun 7 farklı sonundan birine ulaşıyoruz. Peki Twelve Minutes bunların kaçını tam anlamıyla doğru yapıyor?
Aslında bu anlatımımı kısa bir tanıtım olarak düşünebilirsiniz. Çünkü az önceki anlatımda kendi düşüncelerimi ve oyun hakkındaki eleştirilerimi sizlere anlatmadım. Twelve Minutes’da kan görüyorum, vahşet görüyorum, birbirinin aynısı döngüler görüyorum…
Bahsettiğim döngüler gerçekten de tam anlamıyla birbirinin aynısı. Evet, her döngüde yeni eşyalar keşfediyor, yeni diyaloglar açıyor ve eve giren polisin amacını anlamaya çalışıyoruz; ancak bu bahsettiklerim oyunun şimdiki haline nazaran çok daha kısa bir zaman dilimine sığdırılabilirdi.
Örneğin sonlardan birini görmek için 20 döngü oynamamız gerekiyorsa bu sayı 10-15 civarına indirilebilirdi ya da bunun yerine oyun birçok farklı diyalogla desteklenir ve oyuncuların sıkılma ihtimalinin önüne geçilirdi; ama Twelve Minutes bu bahsettiğim alternatiflerden hiç birini yapmamış.
Oyun her döngüde görülemeyecek kadar küçük ilerlemeleri bize sunuyor ve aynı diyaloglarla aynı oyunu defalarca oynatıyor ve bahsettiğim tüm bu olayların sonucunda ağzımızda ekşi bir tat bırakıyor.
KAPI ÇALIYOR…
Twelve Minutes’ın iyi kotardığı bir diğer bölüm gerçekten işinde usta olan sanatçıları seslendirmen olarak kullanması ve bu sayede oyuna ayrı bir heyecan katmasıdır diyebiliriz. Yakın bir zamanda detaylı bir biçimde göz attığım ve incelediğim Beyond: Two Souls ile oyun dünyasında ilk kez karşıma çıkan William Dafoe’nin neler yapabileceğinden neredeyse emindim. Bunun yanı sıra Daisy Ridler (Kadın) ve James McAvoy (Adam) gibi iki ustanın daha Twelve Minutes’da bizlerin karşısına çıkıyor oluşu ayrıca güzel olmuş.
Oyunlarda ve filmlerde genel olarak müzik her zaman dikkatimi çeker. Hatta sevdiğim şarkıların büyük bir çoğunluğunu film ve oyun müziklerinden oluşur ancak Twelve Minutes’da müzikler ilgimi çekmedi. Neil Bones elinden geleni yapmış, özellikle piyano mükemmel olmuş; ancak az önce de söylediğim gibi bu bestelerin fon müziğinden öteye gidemiyor oluşu üzücü. Oyun müziklerini, oyun dışında sakin bir zamanda dinlemenizi önermiyorum.