Devil’s Hunt İncelemesi
Benden uzakta ol da, kimi avlarsan avla birader.
İnceleme yazarken dikkat ettiğim, uyguladığım bir kaç kıstas var. Bunların en başında, eğerki elimdeki oyun takip edilebilen giriş/gelişme/sonuç bağlamında gelişen bir hikayeye sahipse, oyunu bitirmek; değilse oyunu “en az” 15-20 saat oynamak gelmekte.
Devil’s Hunt bu kategorilendirmede ilk kısma düşen oyunlardan, yani başı ve sonu olan bir hikayeye sahip. Zaten geliştiricilerin iddiası da bol sinematikli, film tadında bir oyun. O zaman, prensip gereği, yapım hakkında üç beş kelam edebilmek adına oyunu bitirmem gerekir değil mi?
…Evet, işler bu sefer o şekilde yürümedi maalesef. Devil’s Hunt’un inceleme versiyonu hali hazırda inanılmaz bug’lı ve performans açısından sorunlu bir sürümdü. Ben oyunun yarısına gelene kadarki kısmına bu sürümde katlandıktan sonra oyun çıkışını gerçekleştirdi ve yaklaşık 8gb’lık bir güncelleme aldı. “Hah” dedim, “8 gb’lık bir güncelleme pek çok sorunu çözmüştür herhalde”.
Oyunu açtığımda oyunun performansının inceleme sürümünden daha kötü olduğunun farkına vardığımda sağlam dumur olduğumu belirtmem gerek. Biraz daha oynayıp, oyunun sonlarına yaklaştıkça artan performans sorunlarından yıldıktan sonra ise oyunu kapatmaktan başka çarem kalmamıştım.
Belirtmek isterim ki oyunun performans sorunların benim sistemimden kaynaklanmıyor. Steam forumlarında RTX 2080 gibi kartlar ile dahi benim yaşadığım devasa kare saniye “hıçkırması” problemlerinin yaşandığına dair konular mevcut.
Bütün bunların ardından oyun bir güncelleme daha aldı. 150 mb’lık bu güncelleme oyunun tamamen çökmesine ve bütün dosyalarının arızalanmasına sebep oldu. Oyundaki onlarca problemden sadece 4-5 tanesini düzeltecek olan bu güncelleme oyunumun komple patlamasına ve beni tekrardan 25 gb’lık indirme yapmaya itince “eah, yeter lan” deyip oyunu bir daha yüklememek üzere sildim.
Bütün bu yazdıklarımın ışığında, bugün bir istisna yapıyorum ve bitirmediğim bir oyunun incelemesini sizlerle paylaşıyorum. Hoş, Spec Ops the Line gibi bir son dakika golü atmadığı sürece hikayenin sonunun oyun hakkındaki fikrimi değiştireceğini düşünmüyorum, o yüzden incelemede yazdıklarımın arkasında olacağım.
Nefret edilesi ana karakter
Hikayemiz Desmond isimli, zengin, kafası çok çalışmayan, sivri dilli ve inanılmaz itici bir karakterin bizlere ana karakter olarak yedirilmesiyle başlıyor. Bu süper zengin züppe, Miami’de deniz kenarına nazır süper lüx bir villa’da yaşıyor, babasının milyar dolarlık şirketinde çalışıyor, ergenliğini henüz üzerinden atamadığı için geceleri yeraltı dövüş kluplerinde takılıyor ve suratı 3 mimikten fazlasını gösteremeyen taş gibi bir sevgilisi var.
Hayır zaten her gün televizyonlarımızda pıtırcık gibi türeyen aşklı meşkli yerli dizilerde Desmond gibi tiplerden zibil gibi var, niye oyun dünyasında da karşıma çıkarıp bana eziyet ediyorsun Layopi Games
Şimdi siz bunun bir şekil “redemption arc” filan olduğunu düşünmüşsünüzdür. Hani sinir bozucu bir karakterimiz vardır, yahut ciddi hatalar yapmış bir tane, bu hikaye boyunca hatalarından arınır, yeni bir yola girer, geçmişiyle yüzleşir gibi gibi. Biz de bize anlatılan bu hikaye boyunca onunla bağ kurarız ve onun değişimine birinci elden şahit oluruz.
Açık açık söyleyeyim, öyle bir şey yok. Desmond tam bir kazma ve hikaye boyunca bu şekilde devam ediyor. Oyunun son iki bölümünde bu gerçek değişiyor mudur bilemiyorum ama o kısma kadar ben adamakıllı bir karakter gelişimi göremedim, son iki bölümde de görebileceğimi düşünmüyorum.
Abuk sabuk olaylar sarmalı
Neyse efenim, işte bu Desmond oyunun ilk bölümünün sonlarına doğru sevgilisine evlenme teklif ediyor. 3 mimikli kezbanımız da milyarder çocuğu Desmond’dan iyisini mi bulacak, anında kabul ediyor tabi. Akşamına da esas oğlanımız yeraltı kulübüne dövüşe gidiyor. Oyunun buraya kadar ki kısmı baya sinematik arası yürüme simülatörü tadında ilerliyor. Yeraltı dövüş kulübünde, şimdiye kadar hiç yenilmemiş olan karakterimiz, ilk yenilgisini şeytani güçlere sahip bir adamın elinden alıyor. Bu yenilgiyi bir de zaten arasının limoni olduğu über zengin ve über egolu milyarder babasının gözü önünde alınca bizimkinin karizma iyice çiziliyor tabi. Bütün bunların üzerine bir de eve gidince en yakın arkadaşıyla sevgilisini aynı yatakta basınca…
Ana karakterimiz gidip araba ile kendini köprüden aşağı salmak suretiyle intihar ediyor. Tabi ölmüyor, cehenneme gidiyor. Orada yolunu bulup bir şekilde Lucifer ile tanışıyor. Lucifer onun için çalışmayı kabul ederse kendisini dünyaya geri gönderebileceğini söyleyip, kan akdine dayanan bir anlaşma sunuyor. Desmond buna neredeyse hiç düşünmeden balıklama atlıyor. Dünyaya dönüyor ve kendisini sevgilisiyle aldattığını düşündüğü en yakın arkadaşını bıçaklayarak öldürüyor.
Olayların bu noktadan sonrası iç bayan bir “sen seçilmiş kişisin, melekler ve şeytanlar savaş içinde, bu savaşın kaderini sen belirleyebilirsin” senaryosuna evriliyor. Hikayede bir noktadan sonra herkes aslında birbirini tanıyor, olaylar hep Desmond’da bitiyor ve tahmin bile edemeyeceğiniz büyüklükte “plot hole”lar karşınıza çıkıyor.
Toparladığınız vakit oyunun hikayesi, karakterleri ve kurgusu o kadar yavan, o kadar basit, o kadar kusurlu ve sinir bozucu ki… Hani “cringe olmak” tabiri var ya, onu size sapına kadar yaşatıyor.
Oynanış katlanılabilir mi?
Devil’s Hunt için, en amiyane tabirle, hack and slash etmenleri eklenmiş bir yürüme simülatörü diyebilirim sanırım. Oyunun aksiyon sekansları “hafiften” God of War, DmC, Dante’s İnferno gibi oyunları andırsa da, geri kalanı tamamen ama tamamen bir yürüme simülatörü. Oyunda yol bulma diye bir şey yok, bulmacalar yok, platform öğeleri yok, zaten zıplama tuşu dahi yok. Oyundaki bütün aksiyonlar, karakterin bir yere tırmanması, objelerin üzerinden zıplaması, bir yerden bir yere ışınlanması, o objeye yaklaştığınız vakit tek bir tuşa basmanızla halloluyor. Oyunun dünya dizaynı da bu sebepten, oldukça geniş izlenimi uyandırılsa da, aslında koridorlardan ibaret.
Bütün bu yürüme, bir yerden bir yere gitmenin arasında, bölüm başı 3-5 kere olacak şekilde, savaşıyoruz ve her bölüm en az savaştığımız anlar kadar bir de sinematik izliyoruz.
Kısaca Devil’s Hunt şöyle işliyor: Sinematik izle, bölüm başlasın, yürü babam yürü, ilk grup düşmanla savaş, yürü babam yürü, ikinci grup düşmanla savaş, araya sinematik girsin, yürümeye devam, üçüncü grup düşmanı alt et, bu sefer baya yürü, Boss ile karşılaş, 30 saniye boyunca birbirinizi yumruklayın, boss’u yen, uzun bir sinematik izle, bir sonraki bölüme geç.
Oyunun, hikaye anlatımana yoğunlaşılan ve yürüme/sinematik sekansları daha da çok olan, bir kaç bölümü hariç tamamı yukarıda betimlediğim şekilde işliyor. Ne bir bulmaca, ne beyninizi çalıştırmanızı gerektirecek bir aktivite, ne farklı ve orjinal mekaniklere sahip yeni düşmanlar, bunların hiç biri karşınıza çıkmıyor.
Hayır, tamam 2019 senesinde böyle bir oynanışla, oyun yapısıyla karşımıza çıkıyorsunuz, bari yaptığınız kadarını düzgün yapın. Tırmanmanız gereken noktaya geldiğinizde etkileşim tuşuna bastığınızda oyunun buga girmesi, savaşlar esnasında karakterin yetenek animasyonlarında takılı kalması, QTE şeklinde işleyen bloklama fonksiyonunun neredeyse hiç çalışmaması gibi zibil gibi soruna sahip Devil’s Hunt. Yapımın yegane eğlenceli kısmı olan savaş sekansları da bu sorunlara kurban gitmiş durumda anlayacağınız.
Teknik anlamda başarılı mı peki?
Devil’s Hunt’ın geliştiricisi Layopi Games’i bir alanda tebrik etmem gerekirse, o da muhtemelen oyunun çevre dizaynı hususunda olur. Oyunun, hususen cehennemde geçen alanların, çevre dizaynı ve oyun dünyası tasarımı oldukça başarılı. Hatta ana karakteri, sevgilisini, en yakın arkadaşını ve oyundaki insan NPC’leri çıkartırsak, kalan NPC’lerin karakter tasarımlarının dahi takdire şayan olduğu söylenebilir. Bağımsız bir stüdyo olarak Unreal Engine 4 ile, en azından bahsettiğim alanlarda, güzel bir iş çıkardıklarını söyleyebilirim.
Öte yandan oyunun genel görsel kalitesi, animasyonları da göz önünde bulundurursak, 7-8 sene öncenin AAA oyunlarını andırmakta. Hani o zamanların da en iyi AAA oyunlarından bahsetmiyorum. Yani bağımsız bir stüdyo olarak yakalanabilen kalite bu.
Bunu bir başarı olarak sayabilir, firmaya en azından estetik açıdan başarılı bir oyun ortaya çıkardıkları için güzel bir kaç övgü sözcüğü daha sıralayabilirdim. Fakat Layopi Games, maalesef, bu vasatın üzerine çıkan görselliğe gereğinden fazla değer biçme gafletinde bulunmuş. Pek çok alanda RTX 2080’leri dahi krize sokan bir optimizasyonla karşımıza çıkmışlar. Oyun boyunca o kadar fazla ve abartılı kare saniye hıçkırmaları, düşüşleri göreceksiniz ki nutkunuz tutulacak. Misal az önce en yüksek ayarlarda 120 fps aldığınız bir alana azıcık sis girdiğinde kare saniye ortalamanız 35 ile 60 arasında dalgalanmaya başlayacak. Ya da Boss savaşının ortasında, Boss’un özel hareketinden çıkan efektler yüzünden, 70 kare saniye birden kaybedeceksiniz ve önünüzdeki ekran kendine geldiğinde kendinizi Boss’u değil arkasındaki duvarı yumruklarken bulacaksınız.
İşitsel açıdan baktığımızda ise Devil’s Hunt bize vasat seslendirmeler, tekrar eden hard rock parçalar ve zayıf atmosfer seslerinden fazlasını sunmuyor. Zaten genel olarak bu kadar kusurlu bir oyunun ses işçiliğini kotarabilmesini beklemiyordum.
Oyun boyunca Desmond’un ne kadar aptal olduğunu yüzüne vurmayan bir tek ben kaldım zaten
Bitirirken
Devil’s Hunt, vasatı tutturmak istiyorsa dahi en az 3-5 ay daha kalite kontrol sürecinde kalması gereken bir yapımmış. Şuan karşımızda bulunan haliyle oynaması, oynamaya çalışması eziyetten öte bir şey değil. Sıfır yeniden oynanabilirliği, her yönden başarısız oynanış etmenleri ve 35 dolarlık (Türkiye için 77 lira) fiyatıyla uzak durmanız gereken bir yapım. 3-5 ay sonra teknik sıkıntıları aşılmış olursa (ve dişe dokunur bir indirim de aldıysa) oynanıp deneyimlenebilir.
Efkan Soydan 20 Ocak 2021
Darksiders tarzı oyunları sevdiğimden Steam’de 29 lira görünce aldım fazla oynamadım dediğiniz gibi optimizasyonda hala sıkıntılar var animasyonlar da baya kötü olmuş.